logo
Yalnızlığın fotoğrafını çekmek

Yalnızlığın fotoğrafını çekmek

Yalnız bir ağacı niçin severiz hüzünlenerek? Niçin anlarız yalnız bir ağacı, baktıkça, dinledikçe, ıssızlığına eşlik ettikçe? Niçin tanırız ve yalnızlığına katılırız? Tek başınalığın bencilliğine ve kibrine rağmen, yalnızlık neden doğal ve mütevazı hatta biraz da garip gelir bize.

Her yalnız ağaç, zamanda ve mekânda yalnızlaşan bir insanı çağrıştırır bize. Kendimizi, kendi yalnızlığımızı görürüz onda. Toplumdan soyutlanan insan ile ormanını kaybetmiş ağaç arasında çağrışımlar hisseder, benzerlikler düşünürüz. Biliriz ki yalnız ağaç ormanından, yalnız insan toplumundan uzaktır. Gurbettedir, firak halini yaşar her dem. Ve ayrılığın sancısını… Oysa tek başına olsa ikisi de ne sancı çeker ne de hasret…

Yalnız ağacın yalnızlığı bir tercih değil elbette. Tıpkı yalnız insanın tercihmiş gibi görünen yalnızlığının bir tercih olmadığı gibi. Modern hayatta tercihlerimiz bile zorunluluk aslında. Sadece farkında değiliz. Yalnızlık bilge insan için, modern değerlerin farkında olan insan için yaşamanın zorunlu sonucu. Belki de burada yalnızlık ile tek başınalık ayrışmaya başlıyor.

Her ne kadar moderniteye karşı çığlığımız, bu yalnızlığımızı ağaç veya insan nezdinde hür olarak algılatmaya çalışsa da bunun pratik bir karşılığı maalesef yok. Modern değerlere kendini yabancılaştırıp reddediş de tercih olmakla beraber bir soyutlamanın ötesine geçemiyor çoğu zaman. Ama yine de sıradan değil, yine de farklı, yine de bilinç, yine de şuur. Paradokslar girdabı ama aynı zamanda…

Tahayyülümüz var ki insan kalıyoruz yalnız olsak da. Hafızadır aslında yalnızlık ile tek başınalığı birbirinden ayıran. Tek başına olan hafızasızlığını özgürlük zanneder. Yalnız olan ise unutma… Ormanlaşma temayülü bitse de tomurcuk kaygısı var hâlâ yalnız ağaçların. Paradoksal olsa da bizi hâlâ biz tutan şeydir o. Çokluğu; dünü, bugünü ve geleceği içinde taşıyan bir yalnızlık… Tek başına kalmamak için yalnızlığa tutunuyoruz. Tek başınalaşmamak için yalnızlığa sığınarak kurtulacağız öncelikle. Sonra yalnız yalnız çoğalacağız.

Moderniteye çaresiz, hakikate tutsak olanların çaresizliğidir bu aynı zamanda. Yalnız bir ağaç ile garip bir yolcunun yolu kesiştiğinde ise hüzünle karışık sevgi çıkar ortaya. Kara, ayaza, borana rağmen. Onlar birbirlerini anlarlar ve dinlerler. Halleşirler.

Yapayalnız yaşıyoruz ve gerek doğa ve gerekse şehir fotoğrafçılığı açısından aradığımız, yansıtmaya çalıştığımız biraz da söz konusu yalnızlığımız. Dağlarda çektiğimiz yalnız ağaçlar da, içinde yaşadığımız kentlerde çektiğimiz ıssızlık kokan fotoğraflar da kendimiziz. Modern insanın fotoğrafa düşkünlüğü, görüntüyü böylesine kutsallaştırması ve tüketmesi, içinde bulunduğu evsizlik / tek başınalık / kimliksizlik durumuyla ilgilidir. Böylece hem yalnızı hem de tek başınayı fotoğraf aynı eksende buluşturuyor.

Barthes’in fotoğraf ile ölüm arasında kurduğu ilinti çoğu fotoğrafçının dikkatini çeker ve bununla ne demek istediğini anlamaya çalışır. Bu anlamda kimisi fotoğrafa olumsuz bakarken kimisi de olumlu bakar. Ancak şunu belirtmeliyiz ki Barthes fotoğraf okuma, eleştirme ve anlamlandırma bağlamında önemli tespitlerde ve katkılarda bulunmuştur fotoğrafçılara. Bir bakıma o mekanikleşen zamana, mekâna, insana ve çağa dikkat çekmiştir. O da yalnızdır ama mekanik değildir.

Sontag da içinde yaşadığımız “inançsızlık” çağının görüntülere bağlılığımızı artırdığını ve dolayısıyla fotoğrafın kutsallığın yitimi ve yeni kutsalların oluşturulmasıyla ilgili olduğunu belirtir eserlerinde. Ve arkasından da ekler: Modern toplumda görüntüler gerçekliğin yerini alır.

Baudrillard, Benjamin gibi isimlerle bu tür analizleri çoğaltabiliriz. Ama çoğaltmak yalnızlığımızı, tek başınalığımızı daha da koyulaştırır. Tabiat görüntüleşerek fotoğraflaştıysa, insan da doğal olarak tabiata fotoğraf olarak bakar. Görüntüleşen yalnızlık değil, tek başınalık.

Aslında insanları böyle düşünmeye iten şey, modern insanın kuşatılmışlığı, kutsalını yitirmesi, gerçekliğin görünüşünden uzaklaşması ve buna alternatif olarak mekanikleşmeye, ıssızlaşmaya ve yalnızlaşmaya paralel olarak yeni kutsallar üretmesi, imajı gerçekliğe tercih etmesi, görüntülere bağlılığın sonu gelmez biçimde artmasıdır. Bu süreç mekanik insanı bireyselleştirip tek başına kılarken, bu sadece tepki göstereni, karşı koyanı ise yalnızlaştırıyor. Öyleyse yalnızlığın fotoğrafını çeken ile tek başınalığın fotoğrafını çeken farklı bir şey çekiyor.

Nitekim bilinçli doğa veya bir sokak fotoğrafçısı her gün yüzlerce fotoğraf / görüntü yakalayabilir bu anlamda. Barthes / Sontag / Baudrillard bakış açısıyla zamana ve mekâna baktığınızda, elinizde bir fotoğraf makinesi olmasa bile söz konusu kimliksiz / evsiz / zamana ve mekâna yabancılaşmış, modern zaman ve mekân tarafından kuşatılmış ve artık tek başınalıkla bile ifade edemeyeceğiniz insanlarla karşılaşırsınız. Bazen bir caddede, bazen kalabalıklar içinde, bazen bir köprüde, bazen de bir arabanın camında…

Kim bilir belki de bugünün fotoğrafçılarının bu boyutuyla moderniteye ayna tutmaları gerekiyor. Yani moderniteye ne olduğunu ve kim olduğunu hatırlatmaları gerekiyor paradoksal olsa da. En azından insanın kendine yabancılaşmasının önüne geçebilmek veya hızını durdurabilmek için bu gerekli ve önemli. Tek başınalık ve yalnızlık arasındaki farkı hissettirdiğinde fotoğraf ve fotoğrafçı, yeni bir imkân ortaya mutlaka çıkacaktır.

Mekanik bağlam hafızamızı yitirmemize sebep oldu elbette. Bir tarihimiz hatta geçmişimiz bile yok. Eşya ve hadiseleri nedensellik kıskacında, rasyonellik girdabında algıladıkça, dışımız kaybolduğu gibi içimiz de kayboluyor. Ve bize tutunacak bir anlam bırakmıyor. Yalnızlık bile tehlikeye giriyor bir bakıma.

Bu anlamda zaman, mekân, çağ, insan değil; fotoğraf tek başınadır. Çoklaştırarak ve çoğaltarak yok ediyor. Kadraj dediğimiz bir çerçeve, daraltma, tanımlama ve parantezdir. Dolayısıyla zamanı, mekânı ve insanı bu yanıyla da tek başınalaştırıyoruz. Diğer deyişle artık fotoğraf, bir yalnızlıkla tek başınalığın bağlamı haline gelebiliyor. Mekanikleşmeye direnen insan, zaman, mekân, çağ, tabiat yalnızlaşırken, fotoğraf bakış açısıyla sıradan-laşmaya, bireyselleşmeye, tek başınalaşmaya karşı duruyor.

Dolayısıyla çektiğimiz yalnız bir ağaç, ıssız dağ başında yalnız bir ev, ıssız bir yolda yalnız bir insan ve hatta bizatihi yolun kendisi; yalnız oldukları için değil, fotoğrafın içine girdiklerinde, görüntüleştiklerinde tek başınalaşırlar. Ancak fotoğraf çekmesek bile onu bir fotoğraf olarak algıladığımız için zaten tek başınadır ve biz sadece onun tek başınalığını aktarmış oluruz. Oysa onu tabiatında anlayabilirsek ancak görebiliriz ve fotoğrafını da çekerek yansıtabiliriz.

Yalnızlaşan zaman, mekân, çağ, ağaç, yol, insan modern zamanların doğal ve zorunlu sonuçları… Zorunlu sonuçları benimsemek başka bir şey, onu bilip kabullenmek başka bir şey. Kabullenmek bilmenin verdiği güçle bir imkândır aynı zamanda. O halde yalnızlığın farkında olmak bir imkândır da denilebilir. Yalnızlığın farkında olmak yabancılaşmayı fark etmek olduğu gibi başka türlü bakma, görme, düşünme imkânının da olduğunu fark edebilmektir. Biri hayat ve dünya görüşü olmayan sürekli edilgendir ve tanımlanır.

Öyleyse bu imkân ve bilinçle yalnızlığın / fotoğrafın fotoğrafını çekmek bilinçli bir yalnızlığı tek başınalık olmaktan çıkarır. Bu bağlamda yalnızlık ne tek başınalıktır ne de bireyselleşmektir. Belki de yeni bir hayatın, yeni bir dünyanın ve ferdiyetin imkânı ve eşiğidir.

Dursun Çiçek