logo
Necip Tosun: Üç Yazar ve Vefanın Görünümü

Necip Tosun: Üç Yazar ve Vefanın Görünümü

Vefa, bir insanda bulunması gereken en yüce değerler arasındadır. Vefalı olmak insan olmanın gereğidir. Değer bilmek, iyilikleri unutmamak, hakkı teslim etmek demektir. Vefa, maddi değil, manevi bir borçtur. Soyut değil, somut, mutlak bir insani eylemdir. Erdemli bir insanın en önemli vasfıdır. Dostluğa, bir ömür sadık kalmaktır, hatırdan çıkarmamaktır. Vefa, beklenilendir, karşılık değildir. Sevilene duyulur, bu yüzden ondan beklenilir. Vefalı arayandır, bulandır, sorandır, hatırlayandır, unutmayandır. Dönüp gelendir. İyiliği, güzelliği kendi menfaatinin üstünde tutandır. Dönüp arkaya bakandır, ihtiyacı olmasa bile bir kez daha gelendir. Vefasızlık, anayurdu terk ediştir, gurbette olmaktır. Vefa, ancak bencillik ve kıskançlıkla öldürülür. Yürek genişliği ile alevlenir, yürek darlığı ile nefessiz bırakılır, boğulur. Vefa ancak dost, sevgi ikliminde yetişir. Vefa dostluğa güvendir, teslimiyettir. Dostluğun yüce doruklarına çıkmaktır. Vefalı unutmayandır, sözünde durandır, dostluğa sadık olandır. Vefasız, dostuna değil, kendine ihanet edendir.

Vefa dendiğinde üç yazar akla gelir. Mehmet Âkif Ersoy, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç. Mehmet Âkif Ersoy’un yalnızlığı ve yaşadığı vefasızlıklar ibret vericidir. Kurtuluş Savaşı’nın adım adım, ruh ruh, cami cami içinde yer almış, şiir anlayışı tümüyle toplumsal temaları yansıtan şair sonunda yalnızlığa sürüklenmiştir. Kendi deyimiyle “Afrika’da bir münzevi”ye dönüşür. Ülkede yaşanan olumsuzluklar nedeniyle gözden çıkarılınca dostları tarafından etrafı boşaltılır. Baskı ortamında ona yaklaşmaktan, Sebilürreşad’ta yazmaktan pişman olanlar bile çıkar. Bütün bunlardan sonra Âkif için susmak, görünmez olmak, kuyuya sığınmaktan başka yapacak bir şey kalmaz. Çünkü ne yapsa boşluğa düşecek, söz anlamını yitirecektir. Başka bir ülkeye hicreti kaçınılmaz olur. Büyük mücadeleden sonra büküle büküle, kırıla kırıla kalbine sığınmıştır. Mithat Cemal’e göre yaşarken “onu sevmek ‘cesaret’tir. Dostları bile onu gizli sevdiler.” Ne var ki Âkif son günlerini geçirmek için ülkesine döndüğünde farklı bir manzarayla karşılaşır. Yaşarken ondan uzak duranlar bir anlamda ölmek için ülkesine dönen Âkif’e ilgi gösterirler. Âkif, hastalanıp ölüm döşeğinde yatarken hastanedeki yoğun ziyaretçi akınına şaşırır ve şöyle der: “Meğer seviyorlarmış beni!” Çünkü artık tehlikesizdir, uğurlamaya gelmişlerdir.

Nurettin Topçu da bu vefasızlığı yaşayanlardandır. Hayatı boyunca ülkeyi bir uçtan bir uca kaplayacak bir rönesans hareketi için uğraşmış, bu ideal için yazmış, dernek başkanlığı yapmış, bir ideal ve mücadele adamının, ahlak isyancısının, emeklilikten sonra “Beni Bursa’da bir küçük camide imam yapmazlar mı?” arayışı, beklentisi içine girmesi, ömrü boyunca yaşadığı derin hayal kırıklıklarına da işaret eder. Bir mektubunda hayal kırıklığını şöyle izah eder: “Hizmetine ömrümü harcadığım memlekette dostlarım kalmadı gibi bir şey. Âdeta yapayalnızım, boşlukta ve âdeta etrafımdakilerden başka bir dünyadayım. İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hemen hepsi de ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi birtakım haşerelermiş.”

Sezai Karakoç “Hâtıralar”ında dostluklar ve arkadaşlıklar üzerine şunları söyler: “Hayat, her birimiz için her bakımdan yıllar boyu sürüp giden bir imtihandır. En büyük imtihanı da dostluklar ve arkadaşlıklar geçiriyor. Ben şahsen, tanıdığım ve tanıştığım herkesle candan arkadaşlık kurmuş ve bunu ne pahasına olursa olsun korumak istemiş, ipler hep kopma noktasına geldiğinde yeniden bağlamaya özen göstermiş, bu konuda dikkat sahibi olmaya gayret etmişimdir. Denebilirse, Anadolu ruhunu, sadakatli olma ruhunu taşımayı, hayat memat meselesi bilen biriyim. Ancak, yıllar geçince bu tavrın tek taraflı olduğu ortaya çıkıyor. Artık ne yaparsanız yapın, o kadar yakınlıkla, arkadaşlıkla karşıladığınız dostlarınızın size ve herkese karşı kalbi soğuklukla dolu kişiler olduğu gerçeğini görmekten kendinizi alamıyorsunuz.

Ne yazık! Siz istiyorsunuz ki, arkadaşlıklar, dostluklar, kardeşlikler ebedi olsun, dostlar birbirine karşı hiç değişmesin. Gelen ne ve değişen ne olursa olsun, insanlar aynı kalsın. Fakat sizin istediğinizi hayat istemiyor. Sizin dediğinizi kader demiyor. Sizin özlediğinizi, çağ gerçekleşmekten alıkoyuyor. Zaman, şu bu şekilde oluşmuş bir araya gelişleri tarumar ediyor. Gönüllerin gerçek birliği dışındaki geçici buluşma ve yakınlaşmaların foyasını meydana çıkarıyor zaman. Hayatın güzel çizgileri ve göz alıcı renkleri, trajik olanı tümüyle örtüp gizleyemiyor.”

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’te 950 yıl önce sanki bugünü yazar. İhanetleri, haksızlıkları, vefasızlıkları incelikle anlatır. “Memleket ve şehirleri bırakıp insanlardan uzaklaşayım” der, “adımı bilmesinler, beni görmesinler, arayıp da bulamasınlar.”

Hayat: Dost arayışı…

Cevap: Yalnızlık ve derin bir sessizlik…

Necip Tosun