logo
Korodan solo çıkarmak veya şairin derdi nedir?

Korodan solo çıkarmak veya şairin derdi nedir?

Şairin toplumsal konumu, şiirin bu bağlamdaki işlevleri veya işlevsizliği gibi tartışmalar çok eskiden beri var ve olmaya da devam edecek.   Çünkü şair, en toplumsal tavrından en içerlek tavrına kadar siyasetin, toplumsal özelliklerin, değişmelerin içindedir ve şiir de bu içindeliğin dile dönüşmüş eylemidir.  Ama şiirin dili, sadece, siyasetin, sosyolojinin, hayat pratiğinin dili değil; bunları kendinde taşıyan ama kendi olan bir dildir. Necatigil’in dediği gibi biraz da: “Şiir, beraber söylenen solo şarkılardır.” Dilin pratik, simgesel, imgesel düzeylerindeki anlamları beraberce üretilir ama hiç kimsenin bu anlamlarla ilişkisi diğerinin aynı değildir.  Sosyal olaylarla ilgileniyorum diyen şair de ilgilenmiyorum diyen de şiir ve sosyal/siyasal hayat ilişkisi hakkında bir gerçekliği ifade etmekten öte güncel politik bir tavır ortaya koyar aslında. Şiirin toplumsal / siyasal gündemden etkilenmesi şiirin haber bültenine dönüşmesi anlamına gelmez elbette. Ama haberdar olmayanın korodan solo çıkarması da beklenemez.

İmgelerin, sembollerin, eğretilemelerin elbette düşsel temeli vardır ve bu temel, bilincimizin, kişisel yaşantı ve duyarlıklarımızın içindedir. Fakat ne bilincimiz, ne yaşantımız ne de duyarlığımız, bütünüyle tarihsel ve kültürel hafıza olan dilden ayrı (kopuk) değildir.

Şiir, poetik, estetik, felsefî ilişkiler, arayışlar ve değerlendirmeler bağlamında tartışıla gelmektedir. Türk şiiri için bunda epey yol alındığı da bir gerçek. Kuşkusuz her şair, bu bağlamda alacağı yol için, okumalarını, ilişkilendirmelerini sürdürecek; kendi deneyimlerini tartışmaya da devam edecektir. Fakat son yıllarda şairlerin adeta şiir değil şiir sorunu inşa ettiğini görmek şaşırtıcıdır. Şairin bir derdinin olup olmadığı unutulmuş gibi. Yazılar, konuşmalar şiir, şair diye başlıyor ama metinlerin ve sözlerin içinde ilerlediğinizde şiir ve şair simulatik bir varlık olarak görünüyor sadece. Üzerinde konuşulan şiir, sanki bilinci, inancı, ahlakı ve sorumluğuyla var olan bir şair istemiyor; onu iteliyor. Kuşkusuz bu bir yanılsamadır. Dil içinde yola çıkan bilinç, şairindir; bilince yeni biçimler yapan / yaratan şairdir. İmgeyi, Aragon’un dediği gibi tufanlaştıran, güçlü ve geçirgen kılan varlıkbilimsel temele oturtan şairdir.

Şair niçin buna katlanır; derdi nedir? Sadece kendini eserinde sevmek (tanrılaşmak) için mi? Sadece evrenin köklerine dağılmak (maddeleşmek) için mi? Adil, özgür ve sorumlu bir insan olmak için mi? Yoksa sadece iktidarlarca onanmak, bilinip tanınıp önemsenmek için mi? Evet şairin derdi nedir? Şiirin sorunlarının şairin derdinden uzak olarak algılanması bir yanılsamadır. Derdi nesneleşmek olan bir şairle, “özne”liğini korumak isteyen şairin, şiirde gördüğü sorunların farklı olması kaçınılmazdır. İnsan olan şairin, insanî bir hayatı düşünüyor olabilmesi, insan olarak kendi önemini kavramasıyla mümkündür. Kimliksiz iktidarların goygoycusu ya da hazımsız ve kişiliksiz muhalefetlerin şarlatanı olmadığı için şair bir dağ gibi hep aynı yerde durur; onun eteklerinden yukarı doğru tırmanan, her zaman bir ruh serinliği duyar. Yerinde duran şairin yurdu şiirdir. Yerinde duran şair, modern kapitalizmin akıl ve ruh sağlığına verdiği zararı ve post modern sömürünün ahlaksız etiğinin yıkıcılığını bildiği için, onların istediği tüketilip atılabilir şiirler yazmaz; kendini de şiirini de hep yerinde tutar.  Oysa tüketim kültürüne şiir yetiştirmek için kendini paralayan şairler, durmadan zıplar görünürler ama hep yerinde sayarlar. 

Edebiyat ve ahlâk denilince yüz buruşturan yahut müstehzi ifadeler takınanların, edebiyat ve etik denilince entelektüel bir poz vermeleri ilginçtir. İçi boşaltılmış, her şeyden söz eden ama hiçbir şey söylemeyen post modern şiiri gördükçe içi yanan toplumsal gerçekçiliğin, etikten söz etmesi anlaşılırdır; çünkü onu, büyük insanlık idealinin kapılarına götürecek ideolojisi etik ilkelere dayanır. Yanan, ezilen coğrafyalardan, insanlardan söz etmeyi küçümsenecek bir gerçeklik olarak gören, güya imgelerini, bilincin kutsal köklerinden çıkardığını ima eden içrek allame tavrın etikten söz etmesinin ise bir anlamı yoktur. Çünkü eğer gerçekten bilincinin kutsal kökleri varsa söz etmesi gereken şey etik değil ahlâktır.  

Mehmet Narlı