logo
Handan Acar Yıldız: Çoğaltarak değersizleştirme ve toplu delirme üzerine

Handan Acar Yıldız: Çoğaltarak değersizleştirme ve toplu delirme üzerine

Her bir çoğaltma orijinalden bir adım uzağa düşmedir aslında. Teknik gelişmeler materyale dair çoğaltmaları aslına yakın tutabilme başarısı gösterse de mecazi ya da manevi olana dair çoğaltma, her bir fotokopiden yenisini çoğaltmak gibidir ve her çoğaltımda aslından uzaklaşmaktır.

Vurgulamak gerekir ki bir çağı tamamen yüceltmek ya da yermek nesnel tarihi bakış içinde yer almaz. Bunun farkına varmış yazarın içinde bulunduğu çağa yönelik eleştirileri, geçmişte ya da gelecekteki herhangi bir zaman dilimini zihninde ütopik hâle getirdiği anlamına gelemez.

İnsanlık, az olanın değerini bilmekten çoğaltarak değersizleştirme çağına çoktan geçti. Bu geçiş ise onda bazen bilinçli bazen bilincinin dışında bir panik duygusu yarattı. Elimizdeki cep telefonlarının en fazla fotoğraf çekme işlevini kullanmamız bu paniğin yansıması olabilir. Çocukluğumuzda büyüdüğümüz sokağı, caddeyi, semti, gittiğimiz ilkokulu hiçbir şeyi ilk hâliyle yerli yerinde bulamıyoruz. Bu nedenle gördüğümüz güzellik karşısında hemen fotoğraf makinesine sarılıp onu çoğaltma/değişmezliğe kaydetme eğilimine giriyoruz. Bu kadar çok selfie çekimi, insanın kendi kendini de bu akışın içinde yerli yerinde bulamamasına dair bir panik duygusunun yansıması olmalı. Görüntüyü kaydetme, onu dondurma isteğimiz aynı zamanda.

Hızla bir yüksek modele evrilen eşyalar kaybolmuyor sadece. Kelimeler arttıkça anlam kayboluyor. Her şeyi daha hızlı ve kolay hâle getiren, zamandan tasarrufu amaçlayan makineler arttıkça zamanın kendisi kayboluyor. Binalar arttıkça sokaklar, mahalleler kayboluyor, yerini güvenlikli siteler alıyor. Aynı mahallede ya da sokakta yıllarca birlikte oturmanın sağladığı güvenliğin yerini maaşlı güvenlik görevlisi alıyor. Herhangi bir eşya yavaş yavaş ortadan kalktığında antikaya dönüşebildiğinden artık hiçbir şeyin antikaya dönüşme şansı kalmıyor. Antikalaşamayan selfieleşiyor. Bir gün bir köşeyi süsleyemeyecek olan her ne varsa mobil hafızada yerini alıyor. Çoğaldıkça kaybolan madde değil, mana. Bu ortamda insan her türlü duyguda inisiyatif alma imkânını kaybediyor. Trajedi, ironi kolektif hâle geldiğinden gülme ve ağlama da bireysel belirlenim olmaktan çıkıyor. En içgüdüsel duygu ve duygulanımları dahi insan için kuruluma dönüşüyor. Gülünmesi ve ağlanması gereken önceden belirlendiğinden insan buna ayak uydurduğu durumları kendi iradesi olarak algılama yanılgısına düşüyor. İnsanlık tek tek delirmek yerine kitleler hâlinde deliriyor. Delirmek kitleselleştiği kadar ritüelleşiyor da. Farklı zaman ve mekânda aynı akıl tutulmasına uğrayan insanlık, görünmeyen bir şeyin etki alanına girmişçesine şuurunu kaybediyor. Delirme ritüel şeklinde ve kalabalıkların sürdürdüğü bir insanlık hâli olunca ritüelle kutsallaşan her yapı gibi dokunulmazlık kazanıyor. Kimse gözüyle gördüğü hatta aklıyla idrak ettiği yanlış gidişata müdahale edemiyor. Dünyanın üzerinde dünyayla dönmek yerine dünya tarafından kovalanan bir insanlık görüyoruz. Bütün konuşmalar bu gidişata engel olamayan büyük suskunluğu örtbas etmek için. Konuşulan, aslında konuşulamayan. Dinlemek ise bir zırhlı savunma biçimine dönüşüyor bu durumda. Herkes başkalarıyla kendini anlatmak için buluşuyor, görüşüyor, lafı dönüp dolaştırıp kendine getiriyor. En çok birinci tekil şahsı açıklamaya yönelik cümleler kuruluyor. Toplu sohbetler bir nevi selfie çekimi gibi. Herkes kendi selfiesinin en önünde duruyor. Anlatımda “ben” bu kadar öne çıkarken ağlamak ve gülmek kişisel/karakteristik olmaktan giderek uzaklaşıyor. Ayin gibi topluca ağlıyor, topluca gülüyoruz. Duyguları yaşamıyor, âdeta eda ediyoruz. Çünkü ağlama ve gülme gerekçeleri önceden belirlenmiş, maddeleşmiş, kimse onun dışına çıkamıyor.

Bütün bu aksaklıkların en güzel dile getirilebileceği alanlardan biri ise edebiyat oluyor. Aynur Dilber, Profil Kitap’tan çıkan İnsanlığın Delirimi isimli öykü kitabında insanlığın bu toplu çıldırma hâlini kara mizahla dile getiriyor. Ağlanacak hâlimize ne ağlayabiliyoruz ne de gülebiliyoruz, diyor.

Handan Acar Yıldız