logo

Mehmet Fatih Öz: Mutlaka bir yangın görmüşsünüzdür.

Mehmet Fatih Öz: Mutlaka bir yangın görmüşsünüzdür.

Konuşan: Eray Sarıçam

 

Şiirlerinizde epigrafik bir söylem ve kullanım söz konusu. Kimi zaman bu tutum dizelerin deyim gibi, atasözü gibi bir hal almasına yol açıyor. Şiirin dize dize yazılması / düşünülmesinin şaire kattığı artılar, avantajlar nelerdir? Neden böyle bir tutum tercih ettiniz?

Mutlaka bir yangın görmüşsünüzdür. Alevlerin geçmişe ait izleri, geleceğe dair umutları yerle yeksan etmesini. Şiirler de buna benzer. Ortada bir ateş var. Şairin yaktığı bir ateş. Bazıları o ateşi söndürmeyi, bazıları o ateşte ısınmayı, bazıları o ateşte kalanları kurtarmayı, bazıları da o ateşi neyin çıkardığını bulmayı arzuluyor. 19. yüzyılın sonlarında ise İstanbul’da bir yangın çıktığında çocuklar onu görebilecek bir tepeye gider, bölgeyi renklendiren, halkı telaşlandıran o olayı merakla seyreyler, üzerine konuşurlarmış, bazen de dumanlarını çeşitli varlıklara benzetirler imiş; mazhar olduğum bu soru gibi. Bildiğiniz üzere, atasözü uzun yaşanmışlıklar veya gözlemler sonucu söylenmiştir, deyim ise gerçek anlamdan ayrı kendine has sözlerden oluşur. Bu yönüyle bakınca evet, uzun gözlemler sonucu, belli hisleri belli ölçütlere dikkat ederek, özgün olarak dizelere yayıyorum. Ve baştan sonuna kadar şiir yazıyorum.

 

Şiirinizi çoğu zaman zıtlıklar üzerinden kuruyorsunuz. Bu kimi zaman etkileyici oluyor kimi zaman da okuru yoruyor zannımca. Şiiri zıtlıklar üzerinden kurmanın sınırlarını nereye kadar götürebiliriz veya şiirinize / şiirimize ne gibi katkıları oluyor bunun?

Bunu duyduğuma sevindim. Okuyucuyu yormadan, istediğini istediği gibi veren bir şiir anlayışına hâkim değilim. Şükür… Bunu duyan, gören veyahut asıl hissedenler, şiirde bıraktığım izleklerin peşinden gidenler bir yere varacaktır. Belki umdukları belki ummadıkları olacak. Şunu söyleyebilirim ki mutlaka bir şey bulacaklar. Ama düşündüklerinde gelişigüzel söz dizimi olmadığını anladıkları gibi elbet neyi, nasıl yaptığımı da anlayacaklardır. Teknik, şark kurnazlığına varan bir taktiğe dönüşmedikten sonra gerekli. Her şairin kendine ait bir üslup oluşturmasına dâhil edebiliriz bunu. Dünyada, gerçek olarak adlandırılan o mağarada, pek çok şeyin sınırı vardır, olmalı da. Yalnız sanattan ve bence sanatların en üstünü olan şiirden bahsediyorsak bir sınır yoktur. Bu cümlemle mübalağa ettiğimi düşünüyorsanız veya iştigal ettiğimi alanı öne çıkardığımı yanılıyorsunuz. Bir nevi, hakikat ışığının kendisi olduğunu ispatlarken o dönemin ve her dönemin mucizesi şiir olmadığını da göstermiş Kitabımız ve o kutsal zamanlarda en önce ve önde hak dini kabul eden şair sahabelerimiz var. İnanmayanlar veya farklı inanca mensupların da şiir üzerine düşüncelerini sıralamak da ayrı bir zaman ve sorumluluk, o yüzden bunun da olduğunu hariçten gazel gibi hatırlatmış olup tafsilatına girmeyeyim. Konuya geri dönecek olursak, öncesinde belirttiğim gibi şiir ve sınır kelimesini yan yana konuşmak bile abesle iştigal eder. Şiirime katkıları yer yer merdiven yer yer ise kapı işlevi görmesidir. İsteyen o merdivenden başka yollara girebilir isteyen o kapıyı kurcalayıp içeri girebilir, muhakkak tercih meselesi. Şiirimize katkılarının olup-olmadığının cevabını ise çok ilerde edebiyat tarihçileri gibi akademisyenlerin vermesi daha doğru olur.   

 

Şiir hayatla ne kadar sıkı bağlara sahip olsa da son tahlilde şairin zihin dünyasının bir ürünü. Hatta bazen düşsel bir dünya… Peki, yaşamın katı gerçekliğine karşı, şiir yaşadığımız zorlu hayatla başa çıkabilmek için yol gösterici olabilir mi?

Yol göstericisi olmasından ziyade yolun kendisi olduğunu söylemeliyim. İnsanın içinde güneşler doğurup-batıracağını, onu sevdiklerine çok yaklaştırabileceği gibi çok uzaklaştırabileceğini, yoracağını ve aşındıracağı yerleri düşündürdükçe gücüne güç de katacağını. Anlık yaşattığı duyguları kalıcı hale getirerek ansızın bir değişime saik olması da vardır. Bundan mütevellit sadece bir harita, pusula vb. şeylerin dışında ötesinde her şeydir şiir. Dünyanın zor olduğu aşikâr. Bütün bunlar karşısında iyi bir insan olmanın ve kalmanın sırrı da şiirdedir. Romantik naralar atma gibi bir derdim yok. Yalnız, ilk insan Hazreti Adem’den zamanın günümüze insanoğlunun hırsı, enaniyeti, zulmü, mahşer midillisi olma hali devam etmiştir. İnsana, canlıya ve tabiata. En çok da kendine, yaptıklarıyla. İki cihan güneşimiz Risâletpenâh Efendimiz “…Utanmadıktan sonra dilediğini yap” diye buyurmuşlardır. Bu duyguyu kaybedenlere veya hiç bilmeyenlere bunu aşılayacak yegâne unsurlardan biri de şiirdir elbet. Doğrunun niye doğru, yanlışın niye yanlış olduğunu sorgulamak yerine sadece doğru olmalıyız. Suyu bulandırmamalıyız. Kötülüğü meşrulaştırmak yerine ne olursa olsun adaletten şaşmamalıyız, iyi ve güzelin peşinde olmayız. Şiirde de…

 

 *Kaynak: Sabitfikir 159, Mayıs 2024