Konuşan: Eray Sarıçam
Şiirlerinizde epigrafik bir söylem
ve kullanım söz konusu. Kimi zaman bu tutum dizelerin deyim gibi, atasözü gibi
bir hal almasına yol açıyor. Şiirin dize dize yazılması / düşünülmesinin şaire
kattığı artılar, avantajlar nelerdir? Neden böyle bir tutum tercih ettiniz?
Mutlaka
bir yangın görmüşsünüzdür. Alevlerin geçmişe ait izleri, geleceğe dair umutları
yerle yeksan etmesini. Şiirler de buna benzer. Ortada bir ateş var. Şairin
yaktığı bir ateş. Bazıları o ateşi söndürmeyi, bazıları o ateşte ısınmayı, bazıları
o ateşte kalanları kurtarmayı, bazıları da o ateşi neyin çıkardığını bulmayı
arzuluyor. 19. yüzyılın sonlarında ise İstanbul’da bir yangın çıktığında çocuklar
onu görebilecek bir tepeye gider, bölgeyi renklendiren, halkı telaşlandıran o
olayı merakla seyreyler, üzerine konuşurlarmış, bazen de dumanlarını çeşitli
varlıklara benzetirler imiş; mazhar olduğum bu soru gibi. Bildiğiniz üzere,
atasözü uzun yaşanmışlıklar veya gözlemler sonucu söylenmiştir, deyim ise
gerçek anlamdan ayrı kendine has sözlerden oluşur. Bu yönüyle bakınca evet, uzun
gözlemler sonucu, belli hisleri belli ölçütlere dikkat ederek, özgün olarak dizelere
yayıyorum. Ve baştan sonuna kadar şiir yazıyorum.
Şiirinizi çoğu zaman zıtlıklar
üzerinden kuruyorsunuz. Bu kimi zaman etkileyici oluyor kimi zaman da okuru
yoruyor zannımca. Şiiri zıtlıklar üzerinden kurmanın sınırlarını nereye kadar
götürebiliriz veya şiirinize / şiirimize ne gibi katkıları oluyor bunun?
Bunu
duyduğuma sevindim. Okuyucuyu yormadan, istediğini istediği gibi veren bir şiir
anlayışına hâkim değilim. Şükür… Bunu duyan, gören veyahut asıl hissedenler,
şiirde bıraktığım izleklerin peşinden gidenler bir yere varacaktır. Belki
umdukları belki ummadıkları olacak. Şunu söyleyebilirim ki mutlaka bir şey
bulacaklar. Ama düşündüklerinde gelişigüzel söz dizimi olmadığını anladıkları
gibi elbet neyi, nasıl yaptığımı da anlayacaklardır. Teknik, şark kurnazlığına
varan bir taktiğe dönüşmedikten sonra gerekli. Her şairin kendine ait bir üslup
oluşturmasına dâhil edebiliriz bunu. Dünyada, gerçek olarak adlandırılan o
mağarada, pek çok şeyin sınırı vardır, olmalı da. Yalnız sanattan ve bence
sanatların en üstünü olan şiirden bahsediyorsak bir sınır yoktur. Bu cümlemle
mübalağa ettiğimi düşünüyorsanız veya iştigal ettiğimi alanı öne çıkardığımı
yanılıyorsunuz. Bir nevi, hakikat ışığının kendisi olduğunu ispatlarken o
dönemin ve her dönemin mucizesi şiir olmadığını da göstermiş Kitabımız ve o
kutsal zamanlarda en önce ve önde hak dini kabul eden şair sahabelerimiz var.
İnanmayanlar veya farklı inanca mensupların da şiir üzerine düşüncelerini sıralamak
da ayrı bir zaman ve sorumluluk, o yüzden bunun da olduğunu hariçten gazel gibi
hatırlatmış olup tafsilatına girmeyeyim. Konuya geri dönecek olursak, öncesinde
belirttiğim gibi şiir ve sınır kelimesini yan yana konuşmak bile abesle iştigal
eder. Şiirime katkıları yer yer merdiven yer yer ise kapı işlevi görmesidir.
İsteyen o merdivenden başka yollara girebilir isteyen o kapıyı kurcalayıp içeri
girebilir, muhakkak tercih meselesi. Şiirimize katkılarının olup-olmadığının
cevabını ise çok ilerde edebiyat tarihçileri gibi akademisyenlerin vermesi daha
doğru olur.
Şiir hayatla ne kadar sıkı bağlara
sahip olsa da son tahlilde şairin zihin dünyasının bir ürünü. Hatta bazen
düşsel bir dünya… Peki, yaşamın katı gerçekliğine karşı, şiir yaşadığımız zorlu
hayatla başa çıkabilmek için yol gösterici olabilir mi?
Yol
göstericisi olmasından ziyade yolun kendisi olduğunu söylemeliyim. İnsanın
içinde güneşler doğurup-batıracağını, onu sevdiklerine çok yaklaştırabileceği
gibi çok uzaklaştırabileceğini, yoracağını ve aşındıracağı yerleri
düşündürdükçe gücüne güç de katacağını. Anlık yaşattığı duyguları kalıcı hale
getirerek ansızın bir değişime saik olması da vardır. Bundan mütevellit sadece
bir harita, pusula vb. şeylerin dışında ötesinde her şeydir şiir. Dünyanın zor
olduğu aşikâr. Bütün bunlar karşısında iyi bir insan olmanın ve kalmanın sırrı
da şiirdedir. Romantik naralar atma gibi bir derdim yok. Yalnız, ilk insan
Hazreti Adem’den zamanın günümüze insanoğlunun hırsı, enaniyeti, zulmü, mahşer
midillisi olma hali devam etmiştir. İnsana, canlıya ve tabiata. En çok da
kendine, yaptıklarıyla. İki cihan güneşimiz Risâletpenâh Efendimiz “…Utanmadıktan
sonra dilediğini yap” diye buyurmuşlardır. Bu duyguyu kaybedenlere veya hiç
bilmeyenlere bunu aşılayacak yegâne unsurlardan biri de şiirdir elbet. Doğrunun
niye doğru, yanlışın niye yanlış olduğunu sorgulamak yerine sadece doğru
olmalıyız. Suyu bulandırmamalıyız. Kötülüğü meşrulaştırmak yerine ne olursa
olsun adaletten şaşmamalıyız, iyi ve güzelin peşinde olmayız. Şiirde de…