logo

Aynur Dilber: Hiçbir şeye borç duygusu hissetmeden, içimden yazmak geldiği sürece yazacağım.

Aynur Dilber: Hiçbir şeye borç duygusu hissetmeden, içimden yazmak geldiği sürece yazacağım.

Öncelikle Yakın zamanda okuyucuyla buluşan ilk şiir kitabınız Cesur İnsanlar Şafağında Hayırlı olsun, şiir yazma sürecinizden biraz bahseder misiniz?

Teşekkür ederim. Ortaokulda birine âşık olunca bir şiir defteri sahibi oldum. Duygularımı şiire dönüştürüp kareli deftere yazmış, o defteri de gizlemiştim. Kimse yokken halının üzerine uzanıp, dirseklerimi yere dayayıp, yüzümü avuç içine alarak, yazdığım şiirleri büyük bir hazla okuduğumu hatırlıyorum. Bunun adının şimdi “yaratım hazzı” olduğunu söyleyebilirim. Hem duygularımı kâğıt üzerinde yeniden yeniden yaşamak hem de bu duyguları ifade etmeyi kendimce başarmış olmak bana kendimi özel ve güzel hissettirmişti. Bir yaratım hazzı yaşamıştım.

Mizacımın da şiire çok elverişli bir bahçe, maden ve mahzen olduğunu düşünüyorum. Zirveler, kuyular, salınımlar, atlayışlar, zıplayışlar, uçlar, uçuşlar,  çakılmalar, ufuklar ve ötesi, gökkuşağı ve ölüm ve kıyamet... Hem hayata meydan okuyan, başkaldıran ben hem onu küçümseyip ciddiye almayan hep bir “orası” hasretinde olan yine ben. Bu tezatlık, diyalektik beni şiir yazmaya mecbur etti sanki. Öykü yazmaya başladığımda mısralar karaladım hep ruhumu rahatlatmak için. O duyguların güçlü tazyikini azaltmak için.

2018 Mayıs ayında İtibar dergisinde ilk şiirim yayımlandı: Hep Güzeldir. Hiçbir şeye borç duygusu hissetmeden, içimden yazmak geldiği sürece yazacağım.

 

 Peki, şiir hayatınızda nasıl bir konum alıyor?

“Saate baktım yirmi beş yaşındayım

Geç kalmadım tanrım yeniden inanmaya

Aşka geç kalmadım”

Şiir bizi sonsuzluğa davet ediyor. Sonsuzu sonsuz geçe, sonsuza sonsuz kala, sonsuza sonsuz var. Sözün maddesi yok ve bizi maddesi olmayan söz var ediyor. Buradayım, buradayız. Bütün pencereleri ve kapıları, olmayan pencereleri ve kapıları açan sözün içindeyiz.

Yapay zekâ dünyasında şiirle, sözle yerimizi tayin etmezsek insanlık konumundan aşağılara düşeceğimiz kesin.

 

Kitabın da adını aldığı bir şiiriniz var,  ‘’Buradayım, Kafesimde’’ diye başlıyor. Merak ediyorum, Cesur İnsanlar Şafağında nasıl doğdu?

Dünya bir kafes, beden bir kafes, yeterince idrak edemeyen akıl da bir kafes.

Ruhunun sesine bir kez kulak vermiş biri, göğün mavi, heybetli derinliğine bir kez ama bir kez bakmasını becerebilmiş biri, rüzgârın dokunuşlarını, sırrını, gizemini bir kez hisseder gibi olmuş biri, dalgaların kendi içine kıvrılan, dönen ve bu içe dönüşle köpük köpük mest olduğunu bir kez fark etmiş biri kafesini yıkmak isteyecektir. Kaynağı arzulayacaktır, kendi benliğini aşıp aslolana varmak isteyecektir.

Bu kadar büyük konuşuyor olmanın azabını çekerken bir karıncanın hac yolundaki adımları bile değilim.

 

 

Yeryüzü Yalnızları iki yönlü bir yalnızlık sunuyor bize mağlubiyet ve haysiyet buradan hareketle sormak istiyorum, sizce insan ne tür bir yalnızlığa ait?

Her şiir her okumada, her okurda yeniden yaratılır. Okur da yaratıcıdır. Zaten sanatın farkı burada, okuru da yaratıma dâhil etmesinde. Muhteşem bir şey bu.

Kaybetmek onur bu çağda. Haysiyetiyle mağlup olanlar kazananlardır. Gördüklerimiz görmediklerimizi perdeliyor. Görmediklerimizi görmek mağlubiyetle başlıyor. Mağlupmuş gibi görünen o büyük zafer haysiyetli insanlara mahsus.

 

Son olarak bugünlerde masanızda neler var?

Martin Eden okuma grubumuzdaydı. Yeniden okudum. Usta ve Margarita’sı Bulgakov’un. Mustafa Özel’in Roman Diliyle Emperyalizm.

 

Teşekkür ederim.

 

Rica ederim.