logo

Ahmet Kekeç: İnsandan etkileniyorum, çünkü insanı yazıyorum.

Ahmet Kekeç: İnsandan etkileniyorum, çünkü insanı yazıyorum.

Türk edebiyatında roman meselesi çok tartışıldı. Bu aralar hararetini yitirse de bize ait bir roman yazmanın zorluğu hatta imkânsızlığı hep dile getirildi. Bu konu bir yere bağlandı mı? Ne diyorsunuz, ’’yerli ve milli’’ bir roman yazılabilir mi? 

Roman tartışmaları gereğince izleyemedim. Sorduğunuzdan farklı bir şey söylendi mi, bilmiyorum. Ben bu tartışmanın (bizde roman olur mu olmaz mı) tartışmasının fazla abartıldığını düşünüyorum. ’’Bize özgü roman’’ dendiğinde ne anlamalıyız? ’’Bize özgü öykü’’, ‘’bize özgü şiir’’, ’’bize özgü deneme’’ gibi bir şey mi? ’’Bize özgü öykü’’nün tartışıldığını, hele öykü türüne rezervle yaklaşıldığını hatırlamıyorum. Roman niçin bu kadar netameli bir yerde tutuluyor? Doğrusu buna benim bir cevabım yok. Bir yerde, roman için ’’büyük dedikoducu’’ nitelemesini okumuştum. Ruhumuzun en derin noktalarına inebilme ayrıcalığına sahip bir tür olduğu için mi? Gizlenmesi gerekeni gösterdiği için mi? Belki de… Ama ben yine de, romanı, mahrem merak unsuru olmaktan çıkaracak formlar olduğunu / bulunabileceğini düşünüyorum. Hani, ’’insanlık durumuna ilişkindir’’ der ya Malraux romanı tanımlarken; yabancımız değildir insanlık durumu…

Öykü ya da roman yazarken neyden daha çok etkileniyorsunuz? Toplumsal değişim mi, siyaset mi, ideoloji mi? Ya da başka bir şey mi?

Klasik bir cevap olacak ama insandan etkileniyorum, çünkü ’’insan’’ı yazıyorum. Bir form içinde insanı ve öyküsünün… Elbette o form, toplumsal değişimi ve ideolojik tutumları yansıtacaktır. Bütün sahici metinlerde olduğu gibi.

Son dönemde bir benzeşmeden söz ediliyor. Özgünlüğün, orijinal buluşların azaldığını ve birbirine benzeyen metinlerin arttığını, neredeyse aynı konuların çizildiğini iddia eden çokça eleştiri yazısı okuyoruz. Büyük romancı-yazar dönemi kapandı mı sizce de? Bir Borges, Kafka, Dostoyevski ya da Kemal Tahir, Tanpınar, Karakoç ayarında yazarın yetişmemesini de bu bağlamda ele almak mümkün mü?

Edebiyatın endüstrileşmesinden, edebiyat eserlerinin endüstriyel ürüne dönüşmesinden yakınıyoruz. Haklı bir isyanla, bu durumu yaratan kanonik düzeni sorguluyoruz. Ama bir şey değişmiyor. Ben, sözünü ettiğiniz benzeşme halinin, edebiyat dışı mecralar için daha çok geçerli olduğunu düşünüyorum. Kitapçıları dolaşın, en az on tane Oğuz Atay’la, yirmi tane Sabahattin Ali’yle karşılaşacaksınız; çoğu edebiyat değeri tartışmalı ürünler. Büyük romancı-yazar dönemi kapandığı için mi böyle oluyor? Sanmıyorum. Büyük romancı-yazar döneminde de kanonik bir düzen vardı, ortalık birbirine benzeyen eserden geçilmiyordu. Sorunuzun zor bölümüne gelecek olursak… Elbette yeni bir Borges, Kafka, Dostoyevski, ya da Kemal Tahir, Tanpınar, Karakoç çıkmayacak. Adamlar çıkmış işte, yenilerinin çıkması gerekmiyor. Ama adı geçen yazarlarla etkileşim içinde başka isimler çıkacaktır, bu bir kaderdir.

 

KONUŞAN:

SAADETTİN ACAR